Avrupa Birliği'nin Geleceğine Dair Bir Öngörüler Fırtınası




Avrupa Birliği, 2007-2009 arasında siyasi entegrasyona doğru ilerlediği ve özellikle de Lizbon sonrasında bu ivmenin yükseleceği öngörülen bir noktada idi. Fakat 2008 ve 2011'de yaşanan mâli krizler ve en önemlisi Suriye Mülteci Krizi sonucunda öngörülen siyasi entegrasyon süreci yerini Avrupa Birliği'nin siyasi geleceğinin şiddetli şekilde tartışılmasına ve var olan "sui generis" ulusüstü yapının eleştirilmesine bıraktı. Krizin, doğru politikalar ile doğru zamanda yönetilip-yürütülememesinden ötürü kritikçikler ve "euroscepticler" Avrupa Birliği'ni daha güçlü eleştirmeye ve daha fazla suçlamaya başladı. Öyle ki bu zamana kadar hiçbir dönemde görülmediği kadar euroscepticlerin güçlendiğini, bunun artık teorik boyuttan sıyrılarak siyasi ve pratik boyutta da ete kemiğe büründüğünü gördük. Avrupa Birliği ülkeleri hiçbir döneminde görmediği kadar popülist söylemlere maruz kaldı ve bu maruziyet belli kesimlerde karşılık buldu. Aşırı sağ Avrupa'da güçlenerek, AB'nin kurumsal yapısından bütçesine, sosyal politikalarından mâli politikalarına kadar her alanda olumsuz anlamda etkisini hissettirdi. İtalya'da Lega Nord ile Salvini, Fransa'da Front National ile Le Pen, Hollanda'da Freedom Party ile Geert Wilders, Almanya'da AfD ile Gauland/Meuthen önemli ölçüde güç kazanırken Macaristan'da FIDESZ ile Orban iktidarı ve Avusturya'da ÖVP - FPÖ sağ  koalisyonu örneklerindeki gibi sağ-popülist partiler güçlenerek iş başına geldi. Bir de bu karmaşaya Brexit süreci de dahil olunca Avrupa Birliği ve Avrupa entegrasyonu iyiden iyiye daralma ve sıkıntı sürecine girdi. Brexit'in belirsizliği, anlaşmazlığı ve yönetilememesi, süreci planlanandan çok daha uzun olmaya itti ve Avrupa Birliği krizler haritası gittikçe derinleşti. Trump benzeri yönetimlerin Avrupa'da da güç kazanması hatta iş başına gelmesi, İngilitere'de son olarak Boris Johnson'ın Muhafazakar Parti ile iktidara gelmesiyle etkisini yükseltmeye devam ediyor. Son yapılan AP seçimlerinde de aşırı sağın yükselişini doğru okuyabilmek, bu seçimlere daha önce hiç olmayan bir ölçüde katılım oranının oluşmasıyla analiz etmekten geçiyor. Daha önce Avrupa Birliği siyasetine ve politikalarına karşı ilgisiz/bilgisiz olan Avrupa Birliği üyesi ülkelerin vatandaşları sağ popülist söylemin ana eksenine oturttuğu "Avrupa Birliği'nin yapısını, politikalarını ve devlet egemenlikleri örseleyen ulusüstü varlığını eleştirme" sayesinde negatif yöne doğru da olsa AB'ye ve gerekliliklerine karşı bir tavır geliştirdi. Bu anti-propaganda, Avrupalıların Birliğe yönelik ilgi ve bilgi seviyesini nispeten arttırdı diyebiliriz zira eleştiri metodolojisi öncelikle eleştirilecek konunun uzmanlık seviyesinde bilgi sahibi olunmasını önceler. Bu noktada AB üyesi ülke vatandaşlarına sağ popülist söylemin etkisini aslında AP seçimleri vasıtasıyla analiz edebiliriz. Yeşiller'in de AP'de yükselişi ile parlamento büyük bir aşırı sağ cereyanına uğramasa da sağ yükselişe alternatif olarak sunulan/gözlemlenen Avrupa Yeşilleri'nin ne derece "siyasi gelecek" temelli siyaset güttüğünü de analiz etmek önemli bir başka konudur. Avrupa Yeşilleri'nin gerçek bir alternatif mi yoksa kaçış tüneli mi olduğunu detaylıca incelememiz gerekmektedir. Avrupa Parlamentosunun ilk birleşiminde yapılan "Anthem of Europe" protestosu gibi şekillerle daha önce olmayan bir tavrın Avrupa siyasetinde yer almaya başlaması, teorik anlamda sunulacak alternatif hareketlerin eylem bazlı bir dönüşümü de ortaya koyması gerektiğini gösteriyor. 

       Boris Johnson'ın son yapılan seçimi kazanarak güçlü bir iktidar çoğunluğuyla iş başına gelmesi ile birlikte Birleşik Krallık açısından Brexit'in hız kazanacağı öngörüsü ile birlikte, Avrupa Birliği'nden ayrılmak isteyen diğer ülkeler için ön açıcı bir durum yaratması muhtemel sonuçlardan yalnızca birisi. Brexit'in talep üzerine oluşması durumu, Avrupa Birliği kriterlerine uymayan ülkelerin de belli bir süre sonra zorunlu ayrılıkları tartışmasını doğurmayacağı şu kaotik ortamda asla garanti değil. Bir süre sonra Brexit'in örneğin Grexit'e, Macron çakılışı Le Pen yükselişi ile Frexit'e dahi yol açabileceğini düşünüyorum. Bir taraftan da Avrupa Birliği Suriye, finans, 4 özgürlükler vb. hayati konularda güçlü ve kesin politikalar ile yaptırımlar uygulayamaz ve üye devletleri memnun edemez ise; scepticlerin daha ağır tonda eleştirilerini göreceğimizi ve bugüne dek kritikçiler ve scepticlerin olmasından son derece memnun olan AB yönetim kültürünün, artık onaramayacağı büyüklükte hasarları gün yüzüne çıkarmadan bastırmak isteyebileceğini; bunu önleyebilmek için de son çare olarak politik şiddet ve baskı yoluna başvuracağını ve bugüne dek demokratik değerleriyle övünen ve bu değerlerden asla ödün vermemeyi ana prensip belirleyen AB'ye bu manada büyük bir darbe vurabileceğini öngörüyorum. AB'nin demokratik değerlerinden varlığını sürdürebilmek adına vereceği en ufak bir tavizin zaten bu noktada fırsat kollayan scepticler ve aşırı sağcılar için bulunmaz bir nimet olacağını ve bu konuyu AB'nin hükümetlerarası bir yapıya indirilmesi noktasına kadar sürdürebileceklerini düşünüyorum. AB, güçlü ve doğru politikaları uygulamak, kontrol etmek ve yaptırım gücü ortaya koyabilmek mecburiyetindedir. Fakat bunları yaparken baskı kültürü oluşturmadan, demokratik değerlerden taviz vermeden, ulusal egemenlikleri de göz ardı etmeden bir süreç inşa etmek durumundadır. Zaten AB'nin bu doğru politikalar sonrası varlığının ve politikalarının tartışılmasının biteceğini dolayısıyla aşırı sağın güç kaybedeceğini sonucunda gelecek tartışmalarının böylece son bulacağını düşünüyorum. Fakat, özellikle Fransa ve de Almanya'da bu politikalar uygulanıp sonuç
alına-bilinceye dek geçen zamanda aşırı sağcı hükumetlerin iş başına gelmesi AB'nin "driving force"u olan bu iki ülkeden birisinin işleyişten çıkması ya da işleyişe zarar vermesi demek olacak ve bu da bir-nevi sonun başlangıcı olacaktır.

Twitter - Facebook - LinkedIN: @ygtyavuz
e-Mail: yigit.yavuz@hotmail.com


Yorumlar